Yolculuk yazıları

Büyük insanlık

Serra Pelada, Brazil – S. Salgado

Sebep?: Lisa!!”: “İnsanlığın tablosunu gözünüzün önüne getirsenize! Kültür!?: kültür sahibi olan binde birdi, kültür üretense yüz binde bir!: Ahlak?: Ha ha ha!: Vicdan defterine bakıp da çoktan asılması lazım geldiğini söylemeyecek biri var mıdır acaba!” Hemen ikna olarak başını salladı. “Boks, futbol, toto loto: herkes bunların hastasıydı. – Silahlar baştacıydı!” -“Oğlan çocuklarının ideali neydi? Otomobil yarışçısı, general, dünya atletizm şampiyona. Kızlarınki: film yıldızı, moda “tasarımcısı”. Erkeklerinki: Harem sahibi ve müdür olmak. Kadınlarınki: Otomobil, ankastre mutfak, “hanımefendi” unvanı.  İhtiyarlarınki: devlet adamı-“ Nefesim tükenmişti. 

“Farz edelim ki” diye devam ettim eski takvimlerin üslubunda, “istediğiniz herhangi bir gezegende, en itinalı ve düzgün kültür ortamında, bir tanesi bile eksik olmayan en elverişli koşullar bir araya geldiğinde bile, binde biri dahi değerli görülmeyecek kadar kötü yaradılışlı mahluklar olsun: böyle bir tür hakkında ne düşünürdük?!!”

“İnsan türü, doğası itibarıyla, algılamak, gözlemlemek, karşılaştırmak ve ayırt etmek için gereken her şeye sahiptir.  Bu eylemler için gereken somut şeyler hemen önünde olduğu gibi, bilgeleşmek için sadece kendi deneyimlerinden yola çıkmak zorunda da değildir: kendinden önceki dönemlerde kazanılmış deneyimlerden ve hiç değilse zaman zaman doğruyu gören bir miktar akıllı insanın görüşlerinden de faydalanabilir.  İnsan türünün -ne tür bir toplumsal koşulda bulunursa bulunsun- mutlu olması için hangi doğa kanunlarına göre yaşamak zorunda olduğu,  bu deneyim ve görüşler sayesinde çoktan açıklığa kavuştu.  Tüm dönemler ve koşullarda tür için zararlı ya da faydalı olan Her Şeş bu deneyim ve görüşlerle itiraz kabul etmeyecek şekilde ortaya kondu, bizi yanılgılardan ve yanlış çıkarımlardan koruyabilecek tüm kurallar saptandı; neyin güzel ya da çirkin, adil ya da adaletsiz, iyi ya da kötü olduğunu, neden ve ne açıdan öyle olduğunu tatminkar bir kesinlikle söyleyebiliriz; ne kadar akıldışı ve zararlı olduğu, Euklides’in herhangi bir teoremi gibi apaçık kanıtlanmayan hiçbir budalalık, rezillik ve kötülük kalmadı: Ama bütün bunlara rağmen! İnsanlar binlerce yıldan beri bunların hiçbirini dikkate almadan hep aynı budalalık, yanılgı ve kötülük döngüsünde debelenip duruyor ve ne başkalarının ne de kendilerinin deneyimleriyle akıllanıyorlar, kısacası, birey olsa olsa biraz daha esprili, daha akıllı, daha bilgili olmayı beceriyor ama asla daha bilge olmuyor.”

“İnsanlar akıl yasalarına göre mantık yürütmüyorlar çünkü. Tam tersine: onların doğasındaki akıl yürütme biçimi genelde şöyle oluyor: münferit durumlardan genellemeler yapmak, üstünkörü ya da sadece bir yönüyle algılanan olgulardan yanlış sonuçlar çıkarmak ve her an sözcükleri kavramlarla, kavramları da olaylarla karıştırmak. Büyük çoğunluk -kabaca söylersek, 1000’de 999- hayatın en önemli olgularının çoğunu ilk  izlenimler, önyargılar, tutkular, takıntılar, fanteziler, değişen ruh halleri, sözcük ve tasavvurların beyindeki tesadüfi etkileşimi, görünüşteki benzerlikler ve kendi eşeğini at, başkalarının atını eşek olarak gördürten taraflılığın gizli telkinleri doğrultusunda değerlendiriyor.  Söz konusu 999’un en az 900’ü bütün bunlar için kendi organlarını bile kullanmıyor, anlaşılması güç bir miskinlikle başkalarının gözleriyle yanlış görüyor, başkalarının kulaklarıyla kötü işitiyor, başkalarının akılsızlığıyla kendini aptal konumuna düşürüyor. Bu 900’ün hatırı sayılır bir miktarının, binlerce önemli şey hakkında, ne dediğini bile bilmeden, söylediklerinin anlamlı mı, anlamsız mı olduğunu bir an bile düşünmeden kendini çok önemseyerek konuştuğundan söz etmiyorum bile.”

“Bir makine, basit bir alet, kendini yabancı ellere kullandırdığı gibi, kötüye de kullandırır; bir demet saman tek bir kıvılcımla alev alabilir her an; bir tüy ufacık esintiyle bambaşka bir yöne sürüklenebilir – bu imgeler, dünya var olduğundan beri, akıllı bir mahlukun faaliyetlerini tanımlamakta kullanılan imgeler olmadı hiç: ama yine de, insanların, özellikle de büyük kalabalıklar halinde bir araya geldiklerinde hareket etme ve eyleme geçme biçimleri öteden beri bunlarla ifade edilir. Salt güdüsel bir alışkanlığın eseri olmayan çoğu günlük eylemin nedeni, duyusallığın ve kuruntunun harekete geçirdiği ihtiras ve nefret, korku ve ümit değil sadece: can alıcı çoğu durumda binlerce, yüz binlerce insanı, özellikle de hayatın mutluluğu ya da mutsuzluğu, halkların refahı ya da sefaleti: en çok da tüm insan ırkının iyiliği ile ilgili meselelerde, doğru ya da yanlış olduğuna, sonuçlarına bakmadan harekete geçiren şey,  başkalarının tutkuları ya da önyargıları, münferit ellerin baskısı ya da itmesi, tek bir zevzeğin dur durak bilmeyen gevezeliği, tek bir hayalperestin vahşi ateşi, tek bir sahte peygamberin riyakar çoşkusu, kendini tepeye koymuş tek bir maceraperestin çağrısı: bu kadar mantıksız bir canlı türü hangi hakla…” (hele bir nefes al). 

Yani: “Soytarılar, şarlatanlar, hokkabazlar, hilebazlar, çöpçatanlar, üçkağıtçılar ve kabadayılar dünyayı kendi aralarında paylaştılar; – kısırlaştırılmış koyunlarsa aptal kafalarını uzatıp kırptırdılar kendilerini; bu arada soytarılar da şaklabanlık yapıyor, takla atıyorlardı. Akıllılar ise, yapabilenler, çekip gittiler ve münzevi oldular: in nice, ad usum Delphini (1) dünya tarihi.”

  1. (Lat.): Hasılı kelam, basitleştirilmiş özet. 

“Leviathan ya da Dünyaların En İyisi” Arno Schmidt. Everest Yayınları. 2016.