Yolculuk yazıları

Kaçmak

Paris-Texas / Wim Wenders

“İnsan bir kere loş ışıkta yaşamaya alışınca, sis bir gün dağılsa da aydınlık çok işe yaramaz artık.  İnsan niçin bir gün bir “neden” olmadan çekip gider; iyi, güvenli aileden, bu sıcak yuvadan, vıcık vıcık ve tatlı gizemden, ana rahminden başlayan ve sonra da sadık kalanları koruyan ve gizleyen aidiyet duygusundan ayrılır? Aileden başlayarak, “sınıfa”, devlete doğru genişleyen bu diğer daha büyük ailede kalmak varken… Bu büyülü çemberin dışına çıkmamalı, yüreğin ilk atışından son atışına kadar destekleyen, yediren, içiren, koruyan, savunan bu muhteşem eller terk edilmemeli. Peki insan bu garantili dünyadan neden gider? Bu iyi örgütlenmiş, sıcacık,  gün ışığının uysal yaşamların her aşamasını  ışıttığı idil bırakılır mı?

Bir öğleden sonra eniştemin şatosundan kaçtım, bir daha hiçbirine, hiçbir yere evim dememecesine! Bazen bu durumu, ruhsal yapımın bedelidir, hatta belki de “mesleğimin” bedelidir, diye düşünmüşümdür. Yaratıcının işi bedava değildir, yaratıcılığın şartı olan çile de bedava değildir; mutsuzluğu da bedavaya vermezler. Yazarlık işi, niteliği ne olursa olsun, yüreği, sinirleri ve aklı, sıradan yaşam algısından daha kavurucu ısıda tutmayı gerektirir.  Pazarlık yoktur, “değer mi” diye de sorulmaz. İnsan, başkalarının “misyon” adını verdikleri, hoş simgelerle etiketledikleri saplantılarıyla pazarlık yapamaz; kim ne derse desin çıplak ve kaba adı “saplantıdır” bunun işte… “Mutlu” insan yaratamaz; mutlu insan sadece mutludur, o kadar.  Mutluluk hiçbir zaman adım adım yaklaşılacak bir amaç olarak çekmedi beni, hatta biraz küçümsedim; bu tutum bence kuşkusuz marazi bir yaklaşım. Gerçekten de bir insanı, bu “aydınlık” yaşamı, aileyi, bu bereketli ve doğurgan aile bağlarıyla doğrudan bağlı sıcak ortamı bırakmaya neyin sürüklediğini “sağduyu” ile anlamak zordur. Önümde uzanan yol o kadar düzdü ki, yalnızca “hazıra” konmam, kökenimin ve sınıfımın ait olduğu bu büyük birliğe katılmam yetecekti. İşim, çalışma masam kesinlikle hazırdı, belki konforlu bir koltuğum da olacaktı, bundan da mutluluk verici olan, büyük bir dayanışma, çıkarların ve anıların bereketli bir ortaklığı bekleyecekti beni! Oysa ben kendimi bir gün Aszód karayolunda bulmuştum ve yol hiçbir yere çıkmıyordu. Bazen bu yolun bir yerlere, biran için bile olsa bizzat kendime, belirli bir süre için yakınlık duyduğum, kaderlerini kendi kaderim kabul ettiğim azınlıkta olanlara çıktığını düşündüğüm oldu…  Neden günün birinde gruplar, topluluklar, sınıflar, büyük toplumlar, barış denen bu huzurlu ve düzenli idilden ayrılıp kendilerini bilinçsizce bir yıkım macerasında buluyorlar? Neden insan için iyi değil bu dünya? Aszód karayoluna çıktığımda bu soruyu kuşkusuz böyle şiirsel biçimde ifade etmemiştim; aileden kaçıyordum, her tür aileden, kendi ailemden ve daha genişinden, ötekinden, soy ve sınıfın geniş ailesinden kaçıyordum; ama ifade edilmese de bu sözler şiirsellikleri olmaksızın içimde konuşup duruyordu. Aradan yirmi yıl geçti. Sık sık başka şeylerden söz ederim ama aralıksız duyarım o sesi.

Marai’nin Kösice’deki heykeli

Bir yazar bir keresinde, doyumsuzluk ve huzursuzluğun oksidental insan hastalığı olduğunu öğretti bana. Bir kadın ise, düşünen insanın işi dışında başka bir şeyden tatmin olmayışının “yazarlık hastalığı” olduğunu öğretmişti.  Belki yazarımdır. Bu kaçma isteği o zamandan beri peşimi bırakmıyor, belli yaş dönemlerinde açığa çıkıyor, yaşam sınırlarımı altüst ediyor, rezil durumlara, nahoş hallere, bunalımlara sürüklüyor beni.  Sonraları benim için biçilen işten böyle kaçtım, zaman zaman evliliğimden de böyle kaçtım, “macera”lara böyle atıldım, maceralardan böyle kaçtım, duygusal ilişkilerden de, dostluklardan da böyle kaçtım. İlk gençliğimde kentten kente, bildik ve güvenli iklimlerden yabancı iklimlere böyle sürüklendim.  Yersiz yurtsuzluk doğal bir durum gibi geldi bana, sinir sistemim bu tehlike hissine uydu ve nihayet bir tür mesleki “disiplinle” çalışmaya da başladım… Bugün, nasıl tehlikeli bir  icsel maceraya uyanacağımı bilmeden iki tren, iki kaçış, iki “sığınma” arasında yaşıyorum. Bu duruma alıştım artık.”

Bir Burjuvanın İtirafları. Sandor Marai. Can Yayınları. 2010.