Yolculuk yazıları

Nakarat

Reşid Paşa

“Filhakika, Abdülaziz devrinde saray ile ona ister istemez uymak vaziyetinde kalan Babıali, rüşvet, hediye -hatta komisyon- şeklinde gizli, aşikar alınan paralar mukabilinde tavizat üzerine tavizat vererek bir taraftan Mısır’ın devletle olan bağlarını pamuk ipliği haline indirmiş ve diğer taraftan bu memleketin biraz sonra düşeceği mali buhranı ve onun neticelerini hazırlamıştı.  Vali Sait Paşa’ya hariçten istikraz hakkı devletçe verilmişti.  “Tezakir-i Cevdet”e göre, ilk önce böyle bir müsaadenin yolsuzluğunu söyliyen Ali Paşa, bir hafta sonraki Meclis-i Vükela toplantısında bilakis lehinde bulunarak müsaadenin verilmesine sebep olur.  Cevdet Paşa’ya göre, Ali Paşa’yı buna meylettiren, valinin eniştesi Yusuf Kamil Paşa olmuştur.  Bu hizmet mukabilinde  valinin Ali Paşa’ya onbir bin kese verdiği ve biraz sonra da  Ali ve Kamil Paşa’lara hünkarın ikişer bin kese ihsanda bulunduğunu yine aynı menba söyler. 

Mısır meselesinin ikinci safhası, Sultan Aziz’in para ihtiyacına hizmeti, kendi kesesinden ve  zarara iştirak ettirmemek şartıyla Paris’te onun hesabına borsa oyunları oynatmağa kadar giden İsmail Paşa’nın valiliği zamanında, Mısır veraset usulünün değişmesi ile başlar ve bunu Vali ünvanının “hidiv” adıyla tebdili meselesi takip eder.  Saraya takdim edilen rüşvetler sayesinde irsi valilik bir nevi emirlik şeklini alır ve çok az olan selahiyetleri, anavatana olan ilgisini tehdit edecek şekilde genişler. Nihayet, İsmail Paşa’nın hükümdarlık oyunu, Süveyş  kanalının açılma merasiminde Avrupa hükümdarlarını Osmanlı hariciyesinin tavassutuna lüzum görmeden çağırmağa kadar varır. Kaldı ki, kanalın açılması işi devlet için mühim bir gaile olmuştu. Müttefik Fransa hükümetine karşı bu teşebbüsü açıkça reddedemiyen Reşit Paşa, onu vali eli ile karşılamak için heyet-i vükela kararıyla Yusuf Kamil Paşa’ya bir mektup yazdırarak, Said Paşa’ya imtiyazın verilmemesini tavsiye ettirmiş,  fakat sefirin işten haberdar olması yüzünden Kırım harbinin en buhranlı zamanlarında Reşid Paşa istifaya mecbur kalmıştı. Kanalın açılmasına başlanınca yepyeni bir takım meseleler ortaya çıkmıştı. Mısır hükümeti, bu iş için, devletin gözü önünde en aşağı yirmi bin tebaasını angarya ile çalıştırıyordu. İsmail Paşa vali olunca angarya usulünü kaldıracağını söylediği halde buna muvaffak olamamıştı. İsmail Paşa, Said Paşa’dan çok başka türlü idi. O, bir taraftan müstakil hükümranlık arzusunu zorla Babıali’ye kabul ettireceğini sandığı ecnebi nüfuzuna, kendisini kayıtsız şartsız teslim etmişti.  Diğer taraftan da bu hükümdarlık oyununu, israf, debdebe, ecnebi hükümdarlarına nezaketsiz cemilerle tatmine çalışıyordu. Bu cemileler arasında Girit mültecilerine sarfedilmek üzere Yunan kraliçesi Olga’ya hediye ettiği yüz bin frank başta sayılmalıdır. 

Bütün bunlar, hem devlete, hem de Mısır’a pahalıya mal oluyordu. Mısır 12 sene içinde 2 milyar 225 milyon frank borçlandı. 

Devletin büyük bir veziri, Yusuf Kamil Paşa Hidiv’in İstanbul’da gayri resmi maslahatgüzarı gibi idi. Ali ve Fuad Paşa’lar, sarayla her istediği zaman münasebette bulunan bu zengin arkadaşların tesiri altında idiler. 

Doğrusu şudur ki, Tanzimat’ı çürüten amillerin başında biraz da Mısır parası gelir. 

Mısır’a verilen bu müsaadelerde Napoleon III’ün siyasetinin büyük hissesi olduğunu da söyleyelim. Ancak, bu siyaset tamamiyle iflas ettikten, yani 1871’den sonradır ki Ali Paşa, Hidiv’in salahiyetlerini tahdide çalışmıştır. Fakat, neticede Mısır donanmasınının bazı birliklerini satın almak gibi,  hiç bir şey ifade etmiyen küçük tedbirlerden ileri gidememiştir. 

İkinci mühim amil de, Babıali’nin cezri tedbir almak ve 1839-1856 fermanlarının vaad ettiği ıslahat tedbirlerini sağlamak hususundaki tembelliği ve kararsızlığıydı. Devlet, bir kelime ile, tanzim edilmemişti. Kaldı ki yapılacak işler içinde adli ve idari kısımlar gibi dışa karşı taahhüt edilmiş olanlar vardı. Bunların sürüncemede kalması, o kadar şikayet edilen ecnebi müdahalelerine bir sürü yol açıyordu. Tanzimat’tan sonra devletin, kapitülasyonların ilgası hususundaki bazı teşebbüslerine de yine bu mani oluyordu. Memleketin servet kaynaklarının açılması, tam bir iktisadi ve içtimai kalkınmayı temin edebilecek bir kültür ve öğretim programının tanzim ve tatbiki gibi şeyler ise büsbütün ihmal edilmişti.  Denebilir ki, Selim III. rönesansını, nasıl ayanın ve ocağın kuşkulanması boğmuşsa, Tanzimat’la başlayan hamleyi de bir türlü esas meselelere girmemek öylece akim bırakmıştı. 

Birbirine eklenen bu vahim hadiselerin tek bir manası vardı. İmparatorluk göz göre göre çözülme tehlikesindeydi. Bu tehlikeli durumun,  çoğu sarayın etrafındaki yüksek memur ailelerinin çocuğu olan ve üstelik Babıali, Hariciye, Mabeyin kalemleri gibi, bütün bu meselelerin en açık ve teferruatlı şekilde aksettiği birbirine zıt kanaat ve ihtiraslara göre uzun uzadıya tenkit ve münakaşa edildiği muhitlerde çalışan devrin gençleri üzerinde tesir yapmaması kabil değildir.”

19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Ahmet Hamdi Tanpınar. Çağlayan Kitabevi. 1976.