“Celladım senmişsin” diyor telefondaki ses. Asmalımescit’te, Yakup’un meyhanesinde buluşuyoruz. Akşamın o kozmopolit tatavası yok bu saatte. Yakup nefes alıyor. Cam kenarında oturuyoruz.
Enis Batur’un üç yıldır yayınevlerine sürünen kitabı “Kediler Krallara Bakabilir” çıktı nihayet. Bu arada sonraki iki kitabı hazırlamış bile. Bir ansiklopedi olacak bunlar, iddia o. Etkileyici biri, sarsılmaz bir görüntü veriyor. Bu yüzden olsa gerek yatılı bir okulda yıllarca telefon beklediğini, solaklıktan muzdarip olduğunu, iğne yapılırken bakamadığını, özetle sıkıntıları olabileceğini tahmin etmiyor insan. “Gururlu Cani”, böyle tanımlıyor kendini.
Türkiye’de deneme yazmak ne demek?
“Türkiye’de klasik bir tanım içine hapsedilmiş, çok fazla derinliği olmayan, yumuşak bir tür olarak indirgenip bırakılmış. Türkçe’ye eksik, yanlış çevrilmiş olan Montaigne denemelerinin orijinaline bakarsanız şunları görürsünüz. Korkunç bir poetik konsantrasyon, çağına ve insan ilişkilerine derinlemesine bir bakış, büyük bir felsefi yük. Bütün bunlar bir de modernizmle birleştiğinde, denemenin alanı sınırsız büyüyor bence.”
Farklı denemeleriniz var!
“Kabaca ikiye ayırıyorum ben. İlki “Ayna” türü, hacim olarak kapsamlı (20-60 sayfa arası), deneysel türde, uçları açık bir deneme anlayışı. Diğer tarafta ise denemenin klasik yanına yakışır bir mücadele var. Ama ne kadar klasik olsa da modernist olma savında bir yazarım.”
Modernizmden anladığınız ne?
“Ülkemizde didiklenmiş, hesabı görülmüş bir kavram değil bu. Bence deneme alanında tek modernist yazarımız Ahmet Haşim. Kısa, fakat müthiş parıltılı denemeler yazmış. Bit, yeni arabalar ya da sinema üzerine yazıyor. Çağının büyük değişkenliğini farketme çabasında. Bu anlamda yazdıklarımın Ahmet Haşim’in bir süreği olduğunu keşfettim. Benim modernizmden anladığım ise, farkında olmak. Bu farkında olmayı didaktik bir havaya girmeden, eleştirel tonu, hafif tonlu bir mizaha bindirerek aktarmak.”
Kahveler ısmarlanıyor. Her koşulda çalıştığını anlatıyor, sıcak hariç. 12 ay soğuk olsa şikayet etmem, diyor. Takıntısı kalemleri. Bir de şu kitabın arka kapağında yazan ansiklopedi lafı var.
“Çok gırgır bir laf değil bu. Ben bunun sübjektif bir ansiklopedi olarak bütünleneceğine inanıyorum. Burada farklı denemeler var tabii. Bunların bazıları kıvılcım niteliğinde, bazıları daha derinleştirilmiş, araştırılmış şeyler. Ben bunların siyasi denemeler olduğuna da inanıyorum. İlk Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı, tepki topladı. Tarim-Toplum’a çağrıldım, orada da dergi yöneticisi tepki verdi. Bence bunun nedeni alternatif bir konu dağılımı getirmelerinden kaynaklanıyor. Türkiye’de çok önemli ve büyük meselelerin tartışılması gerektiğine inanan bir aydın türü var. Bu yüzden balkonla, kaşıkla uğraşmayı kabullenemiyorlar bir türlü.”
İnsanlar bir de her konuda yazmanıza takılıyor?
“Böyle bir sorun yok. Tabii ki her konuyu yazabilirim. Diyelim ki su şişeleri. Yazabilirim. Benim o şişelerle bir ilişkim var çünkü. Ha, bunu ayrıca incelemeye değer görüyorsam, kaynaklara yönelirim. Ansiklopedik bir denemeci hazırlanır her zaman. Çünkü iyi kötü her şeyi yazma ihtimali vardır bir gün.”
Ya seçkincilik suçlamaları?
“Türkiye’de zaten seçilmiş bir insan kitlesiyle iç içeyiz. Bunun en uç noktası Kundera’nın satışı, o da 25-30 bin. Aslında mesele 5-10 bin kişi arasında dönüyor. Bizim elitden söz edip etmememiz önemli değil, durum kendiliğinden buna yazgılı zaten. Ben bunu değiştirmek için uğraşıyorum diyenler olabilir. Benim itirazım yok. Kendi payıma ben derinleşme sevdası taşıyan biriyim. Bu da sınırlı sayıda insanla ilişkide olacağım demektir. Bence mesele şu. İnsanlar bir saatten sonra okuma-yazma işini bırakıyorlar. Hayat gailesi ya da “ben artık oldum” düşüncesi, her neyse. Tabii bu, yola devam edenlerle aralarının açılmasına neden oluyor. Bence kendilerine ilişkin bir tepkiyi, şahsıma bindiriyorlar. Ben hiçbir zaman olamayacağımın dehşetini yaşıyor yine de mücadele edip sonuna kadar gitmeye çalışıyorum. Bu planda çok yalnız kalınıyor.”
Kalkıyoruz. “Sonsuz ölçekli bir harita açmaya” gidiyor. İnfaz bitti!
Güneş gazetesi. 1990