Bizim orada Nevruz geldi, burada bir izdüşümü yok. Belki Kreuzberg’de ateş yakıp zılgıt çekenler vardır. Bütün günü evde geçirdiğim için gidip yerinde tespit etme şansım olmadı. Biraz nanemolla halim. Sanki doğrudan göğsüme inen bir hastalık geliyor ve zorlayacak gibi duruyor. Sibel öğleden sonra şehri gezmeye çıktığında, ben de hiç değilse şöyle evin civarını turlayayım dedim. Bu kez evden çıkınca sağa saptım, o yolun sonunda bir market gösteriyordu internet haritasında. Bütünüyle ıhlamur ağaçlarıyla kaplı bir cadde. İki ay sonra gelsek kokudan yıkılırdı buralar. Yolun sol tarafı ayrıca ufak ufak bahçelere bölünmüştü. Bahçe de değil, ellişer metrekarelik bahçecikler.
İçlerinde alet edavat koymak için çok ufak ahşap depoları var. Belli ki kent sakinleri buraları kiralıyorlar. Günün bir vakti, biraz ilerideki apartman dairelerinden çıkıp bahçeye geliyorlar, toprakla meşgul oluyor, çiçek dikip, sebze yetiştiriyorlar, meyve ağaçlarını suluyorlar ya da sadece portatif sandalyelerinde açık havada oturmanın tadını çıkarıyorlar. Bir kısmı yaklaşan Paskalya için ağaçları süslemiş, herhalde torunlarını eğlendirecekler. Büyük kent yaşamı için iyi bir çözüm, tabii herkes için değil.
Biraz ileride sağda büyük bir arazi içinde bir Evanjelist Kilisesi vardı. Yeni bir yapı. Kapısının yanındaki tabelada yazdığına göre 1935’de yapılmış. İsmi de Ihlamur Kilisesi. Sonradan öğrendim, 1960’larda Berlin’in en büyük kilise orglarından biri yerleştirilmiş içine. Evanjelist Hıristiyanlık bildirisini yayanlara deniyor. Evanjelik ise Avrupa’da Martin Luther’in kurduğu protestanlıkla özdeşleşmiş. Ama biz daha çok Amerika’daki, Bush zamanından beri doğrudan politikaya müdahale eden ve kendini protestan muhafazakar olan tanımlayan Evanjelik çeteyi biliyoruz. Tren vagonu gibi ince uzun bir yapı ve yüksek üçgen çatısı var. Yanında, kaldığımız evin mutfağından da görülen kare çan kulesi yükseliyor. İçine girmeye niyetlenmedim. Zaten belki de kapalıydı, onu bile bilmiyorum.
Biraz daha yürüyüp markete girdim. Biz nasıl AVM hastası olduysak, Almanlar da market hastasıdır. Ama gerçekten iyi marketleri vardır. Işıl ışıldırlar ve içlerinde her türlü melanet bulunur, hem iyi hem kötü manada. Ben de iyi-kötü ortaya karışık bir araba doldurup, elimde torbalar güç bela eve döndüm.
Biliyorum, yatağa girip yatmam gerekiyor aslında. Ama insan böyle durumlarda tuhaf bir direnç geliştirir nedensiz. Bir kadeh kırmızı şarap doldurdum. Çıkıp bahçedeki banka oturarak deminki kuleye başka bir açıdan bakmayı denedim bir süre. Sonra elime bir kitap aldım, nefis bir bahar güneşinin altında Walker Benjamin’le birlikte Moskova kışına doğru savrulmuşum.