Yolculuk yazıları

28 Ağustos

Sabah kahvaltı için gittiğimiz Cluj Meydanı, geceyarısından sonra bal kabağına dönüşen arabaya benziyordu. Sibel kahvaltıda böyle bir yerde yaşamak isteyip istemeyeceğimi sordu. Bu kadar küçük bir yerde mi?, dedim gülerek. Macaristan sınırına kadar bildik Romanya yollarında gittik ve sınırı geçer geçmez birden her şey değişti. Çoğunlukla sınırların iki yanı benzer özellikler gösterir ve bu onun yapaylığını iyice ortaya çıkartır. Burada keskin bir geçiş oldu. Köy falan kalmadı ortalıkta, yollar rahatladı, kalabalık azaldı, tarlalar başkalaştı. Miskolc’a varmamız saat 17.00’yi buldu. Ama epeyce Batı’ya gitmiş olduğumuz için saatlerimizi bir saat geri aldık. 

Romanya ve Bulgaristan AB üyesi ama Schengen vizesine dahil değiller. Avrupa’nın, sınırı  (şimdilik) Macaristan’da başlıyor. Belli ki AB, bu iki ülkeyi olası bir Sovyet tehdidine karşı, tuhaf bir ara statü yaratarak AB’ye katmış. Ayrıca geniş tarım arazileri de Alman para babalarının iştahını kabartmış olmalı. Özellikle de dünyanın her yanındaki zincir marketlere gıda yetiştirmek gereken bir çağda. 

Levay Villa Hotel’e gelip yerleştik. Sibel’in Bursa Anadolu Lisesi’nden, yaklaşık bir buçuk yıldır burada yaşayan mimar arkadaşıyla merkezde buluştuk. Şehrin ana caddesinde yürüdük biraz. 17 Ağustos Adapazarı depreminde epey hayat kurtardıktan sonra ölen köpeğin heykelini ziyaret ettik. Sonra kentin ortasından geçen Szinva deresine bir taraçadan bakan Lokalista Bistro’nun önündeki masalardan birine yerleştik. Siparişler verildi. Kaçınılmaz soru ne zamandır dilimizin ucunda bekliyordu: Nasıl oldu da yolun buralara düştü kardeş?  

2013’te Kaz dağlarındaki bir köyde, şehirden pastoral manzaraya kaçmak için bir arazi satın almış ve üzerine taş bir ev yaptırmış. Ev bittikten sonra bir akşam, araziyi aldıkları genç çifti yemeğe davet etmişler ve sohbetin bir yerinde, kazandıkları para işlerine yaramış mı bari, diye sormuşlar. Bunun üzerine Çanakkaleli genç adam o parayla  Macaristan’da bir daire satın aldıklarını ve çok memnun olduklarını söylemiş. Pek inanılmaz bir hikayeye benziyormuş bu ama adamın yalan söyleyecek hali de yokmuş. Misafirler gittikten sonra arkadaşımız, internetin başına oturup Macaristan emlak piyasasını araştırmaya başlamış ve ev fiyatlarının hakikaten sudan ucuz olduğunu ve ev sahibi olanlara oturum verildiğini anlamış. 15 Temmuz maskaralığından sonra çok kişi gibi o da ülkeden çıkış yollarını araştırmaya başlamış, çünkü burada eğitim görmekte olan bir kız çocuğu varmış ve onun istikbalini düşünmek durumundaymış. Yerinde ön araştırma yapmak için, elinde uzun bir emlak listesiyle kalkıp Budapeşte’ye gelmiş. Kısa sürede işlerin kağıt üzerinde göründüğü gibi olmadığını anlamış. Örneğin tarla ya da turistik ev kategorisindeki yerleri de alabiliyormuşsun ama o zaman oturma izni vermiyorlarmış. İlk listeyi atıp bir yenisini hazırlamış ve fark etmiş ki Macaristan’da emlak yatırımı yapılacak en ucuz yer kuzeydoğuda Budapeşte’ye 180 kilometre uzaklıktaki Miskolc. 

Hikayeyi dinlerken, sonradan iyice idrakine varacağımız vasat Macar mutfağıyla da tanışmıştık ama şarap olağanüstüydü ve bir şişe daha söyledik. 150 bin kişilik bir şehir burası. Slovakya sınırına yakın. Kösice  şehrine (Macarlar kendilerine ait olduğu zamanki Kassa adını kullanıyorlar elbette)  arabayla bir saat mesafede. S. Birliği döneminde madencilik faalmiş ve kentin ekonomisini bu döndürüyormuş ama hep olduğu gibi daha büyük bir çarkın içindeki küçük bir dişliden söz ediyoruz. Dolayısıyla merkez çökünce, bir sürü benzer yerde olduğu gibi Miskolc’da bir hayalet şehre dönüşmüş. Her yer boş binalar, dükkanlar, sokaklarla dolu. Sonuç:  Dikine mezarlıkları andıran Sovyet tipi beton bloklarda yüzlerce, binlerce daire boşa çıkmış. Bir İsviçre bankası, herhalde Macaristan’ın AB’ye katılmasından hemen sonra durumu fark edip, Miskolc’da konut alacaklara düşük faizli kredi vermeye başlamış. Birçok kentli kredi almış ama ekonomik durgunluk devam ettiği için sonuçta çoğu kredi taksitlerini ödeyememiş, bankaya olan borçlarını kapatmak için aldıkları daireleri üç on paraya satmaya başlamışlar. Tipik kapitalizm hikayesi. 

Arkadaşımız tam da bu ikinci kriz patlak verdiğinde varmış Miskolc’a. Önce şehrin biraz dışında ama tramvay yolu üzerinde, bir Sovyet blokunun 9. Katında, 53 metrekare standart bir daire almış. “50 bin liraya aldım”, diyor. “Ben mimarım, verdiğimiz para dairenin beton masrafını karşılamıyordu.” Daireyi almak için Macaristan hükümetinin onunla ilgili yapacağı güvenlik soruşturmasının sonucunu beklemiş. Bir buçuk ay sonra cevap gelince daireyi alıp Türkiye’ye dönmüş ve bu kez konsolosluktan oturma müsadesi için başvurmuş. Bu arada hazır ev varken karısı ve kızı da Miskolc’u görmek istemişler. Kızlarını Waldorf okulunun Miskolc’da düzenlediği bir yaz kampına yazdırmışlar ve orada geçirdikleri bir ay sonucunda şehri öyle beğenmişler ki Türkiye’ye döndükten sonra oraya yerleşmek için hazırlıklara girişmişler. Çocukları şimdi şehrin 13 kilometre dışında tamamen ormanlık bir bölgenin içindeki bir okulda, sekiz kişilik bir sınıfta okuyormuş. Okulun tam karşısında bir arsa alıp üzerine müstakil bir ev yapmaya başlamışlar. Bu arada eski bir arkadaşıyla bir şirket kurmuş. Macaristan’da okumaya gelecek ya da ev almak isteyeceklere hizmet veriyorlarmış. Emlakçı, avukat, çevirmen gibi bağlantılar oluşturmuşlar. 

O sıra elimde biraz para vardı ve neredeyse bütün yaz Ayvalık’ta gönlümüze göre bir ev aramış ama bulamamıştık. Belki elliye yakın ev görmüştük bu zaman zarfında, beğendiklerimize bütçemiz yetmiyordu, diğerlerini biz beğenmiyorduk. Yurt dışında bir ev bana hep cazip gelmiştir ayrıca koca yazın alışkanlığıyla ”Var mı bize gösterebileceğiniz ev?” diye sormuş bulundum. Normalde Macaristan’da çok önceden ev sahibinden randevu alıp evi görmeye öyle gidiyormuşsun ama telefonda emlakçı arkadaşından rica etti. Kadın ertesi sabaha bir şeyler ayarlamaya çalışacağını söyledi. 

Kaldığımız iki katlı şahane pansiyona dönmek için, yıldızların altındaki boş sokaklarda, ıhlamur ağaçlarının kesif kokusu altında 15 dakika kadar yürüdük. Gece öyle büyüleyiciydi ki, odaya varınca birer kadeh viskiyle, olmayacak hayallere daldık. Yattığım yerde Cluj’dan bu yana, sabahtan akşama değişen tavrıma şaşarak kalakaldım.