Gün bir müze maratonuna dönüştü. Münih’in devasa Pinakothek Müzesi üç ayrı binadan oluşuyor: Eski, yeni ve modern. Gerçekten etkileyici bir koleksiyon. Ufizzi’den daha geniş bir yelpazeye bakıyorsunuz, üstelik kapıda kuyruk da yok. Tek sorun kentteki son günümüz olması ve üç ayrı müzeyi neredeyse yarım güne sıkıştırma zorunluluğuydu.
Pinakothek’e giderken geçtiğimiz o acayip Odeonsplatz meselesi var bir de. 19. yüzyılda yapılmış Roma ve Yunan tarzı üç devasa binanın ortasında kara delik gibi bir boşluk düşünün işte Odeon meydanı. O saçma boşluk, tıpkı İstanbul Yenikapı’da olduğu gibi otoriterlikten başka hiçbir şeye gönderme yapmıyordu. Tabii Almanların eski Yunan takıntısını ve oradan kendilerine bir geçmiş, soyağacı inşa etme arzularını saymazsak.
Eski Pinakothek’den başladık. Ufizzi’yi yeni gezdiğimiz için daha çok Bruegel, Rembrandt ve Dürer’lerin önünde duraklayarak, nispeten hızlı ilerledik. Dinçtik daha. Yeni’sine geçerken ayaküstü su ve sandviç takviyesi yaptık. Burası benim açımdan daha ilginçti, çünkü 19. yüzyıldan, daha önce adını sanını duymadığım çok sayıda Alman ressamın işleriyle ilk kez karşılaştım: Carl Spitzweg, Adolph von Menzel, Franz Ludwig Catel, Moritz von Schwind, Max Slevogt gibi. Modern koleksiyonun sergilendiği binaya girdiğimizde sürünmeye başlamıştık. Bir salondan diğerine geçerken gördüğümüz her bankta mola veriyorduk neredeyse. Ernest Ludwig Kirchner, Paul Klee, Max Beckmann, August Sander, Joseph Beuys bu koşullarda görüldü.
Son bölümde kalabalık da artmıştı. Ama baştan itibaren esas can sıkıcı olan müze görevlilerin yarattığı kalabalıktı. Her salonda bir görevli, gözünü içeri girenlere dikip, kıpırdaman bakıyordu. Potansiyel suçlu gibi hissediyordunuz kendinizi.
Modern sanatın geleneksel müzecilik anlayışı içinde sergilenmesi bütünüyle saçma geliyor bana. Eldeki malzemeyle bu mimari örtüşmüyor. Video art konusunda ise, bütünüyle fiziksel bir handikap söz konusu. 20 dakika ayakta durup bir videoyu seyretseniz bile, bir sonrakinin hiç şansı yok. Beuys örneğinde (kapalı camekanlara hapsedilmiş nesneler) sanat eserinin bütünüyle bağlamından kopartılması söz konusuydu. Sanırım yeni eserleri yaratanların yeni müzeleri de tasarlamaları gerekecek. Belki de tasarlamışlardır bile de ben farkında değilim.
Münih geniş bir sanat koleksiyonuna sahip, çok zengin bir toplum, ama yine de bir köylü toplumu. Gerçek anlamda bir büyük şehir hissi vermiyor insana. Kozmopolit şehir kültürünü yansıtmaktan çok uzak.
Otele döndüğümüzde uzun süre oturduğumuz, uzandığımız yerde kaldık ve internete baktık. Konuşamıyorduk bile. Daha sonra birer sandviç yedik ve ben sözleştiğimiz gibi 21.30’da, Kriko’yla buluşmak için çıktım. Cam önündeki masalar birleştirilip, yine orta yaşlı hanımlara tahsis edilmişti. Aynı ekip miydi bilmiyorum, ama akşamları kadınların burada toplanma geleneği vardı belliki. Bu kez daha uzak bir köşe masada yer buldum. Birazdan Kriko da geldi. Müzede ne kadar yorulduğumuzu anlatıyordum, o saçma meydanı filan. O ise dün akşam bıraktığı yerden devam etmeye kararlıydı. Almanya’nın daha fazla göçmen alamayacağını söylüyor, karnımızdan burnumuza kadar dolduk gibi saçma sapan laflar ediyordu. Belli ki evli evine köylü köyüne gibi olmayacak bir nostaljiye kapılmıştı ve ben her ne kadar saçma bulsam da Avrupa’da bu nostaljiye kapılanların sayısı hızla artıyordu. Söylediğine göre Almanya’da yükselen yeni bir sağ parti de varmış. O da umudunu bu yeni partiye bağlamış görünüyordu. Herkes kirlenmişti, bir tek onlar temizdi. Merkel ülkeyi bir diktatör gibi yönetiyordu ve medya satılmıştı.
Gündüz onca resme bakmaktan zihnim öylesine dağılmıştı ki neden sonra artık söylediklerinin hiçbirini anlamadığımı fark ettim. Yorgunluk aramızdaki ortak dili kopartıp atmıştı. Ona cevap vermek için gereken kelimeleri arayıp bulamıyordum. Onun yerine, Alman faşizminin yükseliş döneminin anlatıldığı ünlü Berlin Alexanderplatz romanının kahramanı Frans Bierkopf’un, bir birahanedeki monoloğu geliyordu aklıma:
“Yeni bir şey olmalı.
Doğru.
Yeni ve farklı.
Tam anlamıyla farklı.
Tam anlamıyla yeni.”
Sanırım Kriko da aynı şarkıyı söylüyordu.