“Ben”

Olga Tokarczuk

“İnsanlar kendilerini nasıl gözlemleyebilirler ki? Onlara kim bakıyor, kime bakıyor? “Ben olarak adlandırılan şeyin hangisi gerçek -bakılan ne, izlenen ne? İkisi de “ben” olamaz, mantıksız, paradoksal olurdu bu. Bir adamın çift olduğu, hatta belki de çok sayıda olduğu anlamına gelebilirdi. Ne de olsa bedeni izleyen bir şey var, hani titreyen ellere ya da gözaltı torbalarına bakan. Bu şey bedenden daha fazlası, daha yoğun bir biçimde yukarıdan aşağı bakar. Ama aynı zamanda izlenen de o. Solup gidenleri, bilinci, kendinden geçmeyi kim izliyor? Rüyayı kim görüyor? Kim rüyalanıyor ve rüyayı kim yazıyor? Kim, “Bana kötü bir şey oluyor,” ya da “Korkuyorum,” diyor? Kim korkuyor ve kim bunu ifade ediyor? Siyam ikizleri olarak doğmak gibi hain bir rastlantıyla sırttan yapışık halde dünyaya gelmek ikili bir hayat yaşamak mı demek? Bu tarz çifte yaşamlar var olabilir mi peki? Birbirlerini asla göremezler, asla birbirlerinin yüzüne bakamazlar, ama ikisi de birbirini taşımaya mahkumdur.

“Ben”in “ben”le ilişkisi belirsiz ve gizemlidir. Sadece belirli sözcüklerin sonuna dek, özene bezene düşünüldüğü iç monologlar halinde gerçekleşir, özene bezene düşünülenler dışındakiler taslak, silik, nihayetinde her zaman görüntü tarafından emilen genel sözcüklerdir. Bu dil “ben”in “ben”le konuştuğu dil -hani betonlaşıp canavarlaşan kimlik biçimleri olan lav görüntülerin monoloğudur.  Sudan yükselip yüzeyde taşlaşan, kendilerine şaşırmış, kuru ve ölü volkanik adalardır. 

John Deakin, George Dyer’in cift pozlama siyah beyaz fotoğrafı. Francıs Bacon tarafından üzerine resim çizilmiş. Yaklaşık 1965, 30,1X210 cm.

“Ben” dışarı, “sen”e döndüğünde, içsel monolog tiyatrosu diyaloglar ritüeline yer açar. Diyalog belirsiz işaretlerin, rüya sembollerinin, biçimsiz önerilerin sonunu müjdeler. Açık ve net olmalıdır. Sözcüklerle düşünceleri bastırmalıdır. Hızla yanıt vermek ve anlaşılacağından asla emin olmamaktır. Anlaşılma olasılığı kendini güçlükle ifade eder ve anlaşılmadığında bir mimik yaparak ve ne demek istediğini biliyorum, diyerek önceden vazgeçebilinir: Bilmiyorsun, bilemezsin. Hiçbir bilimsel deney aydınlatmaz bunu. Biz farklıyız ama ne kadar olduğunu bilmiyoruz. İyimser bir şekilde bunun biraz olduğunu düşünüyoruz. 

“Ben”den “sen”e geçiş -en acı bölümdür. Rahatsızdır. “Ben”, “sen”e bağımlı hale gelir, her an belirlemek, tetikte ve bilinçli olmaz zorundadır. Sınırlar belirsizdir, her dokunuşa duyarlıdırlar, keşfederler ve geri çekilirler,  bir nevi duyu salyangozlarıdır sanki. Ne zaman ki belirsizlik dayanılmaz hale gelir, “ben” maskelere kaçar, birçoğu sertleşir ve bir hapse evrilir. “Ben” neredeyse her zaman “sen”e çok yaklaşır ve mesafe koymak için savaşmak ve onun üzerinde hüküm sürmek gerekir.

Bu yüzden “sen”i “o” olarak değiştirmek daha iyidir, ilişkilerin en güvenli olanıdır, o zaman “sen” asla çok yakın gelmez. “Ben” pragmatik olmalı, başkalarına gösterdiği şekle -evet- ama her şeyden önce iç dünyasını yansıttığı ve hiçbir şeyi içine almadığı pürüzsüz, küresel yüzeyli biçimine odaklanmalı. Kendini başka yönlerden izleyebilir, değerlendirebilir -kabul edebilir veya reddedebilir. Bazı şeyleri küçültür, başkalarını büyütür, algının hükümdarı olur. Dünyanın “o” olmasını kontrol eder, çünkü o zaman bir nesne olarak kullanılabilir bir top gibi elden ele geçerken büyüler, yaratır ve yok olur.”

Son Hikayeler. Olga Tokarczuk.  Timaş Yayınları. 2021.

Yanıtla