“Kıyının belli noktalarında tonbalığının yumurtlamak için sahile yaklaştığını bilen balıkçılar, sahilden deniz yatağına uzanan uzun bir ağ sererler. Bu engele karşılaşan tonbalığı ağın etrafından dolaşmak için denize yönelir ve bunu yaparken ilk “oda”ya girer. Bu oda, yüzeyde dört taraftan mavnalarla desteklenen kutuya benzer kare bir ağdır. Bu ilk ağa giren ve hala kendisini kuşatılmış bulan tonbalığı denize açılan tek kapıya yönelir ve kaçınılmaz olarak ikinci ağın yolunu tutar. Yine başka bir açık kapı dev balığı denizin özgürlüğüne yöneltir ve üçüncü ve son ağa, camera della morte’ye girer. “Ölüm odası” önceki ağlara benzer; bir farkla: Güçlü bir dip ağı vardır. Bu kez tamamen şaşıran tonbalığı hapishanesinde amaçsızca dolanır. İçgüdüsü onu her zaman kıyıdan uzaklaşıp denize açılmaya yönlendirdiği için, geldiği yoldan geri dönüp özgürlüğüne kavuşamaz.
Tonbalığı sezonunda her gün reis (Sicilya diline geçen Arapça bir sözcük, reis), camera della morte’yi tutan teknelerden birinde dibi cam bir kovayla avı kontrol eder. Ağda yeterince balık olduğuna inanınca, mattanza (katliam) ilan edilir. Bu sözcük Sicilya tarihinin başka bir bölümünü açığa vurur – İspanyol etkisinin adaya egemen olduğu uzun yüzyılları. Balıkçı çeteleri üçüncü ağı destekleyen dört mavnaya götürülür. Genellikle sabahın erken saatlerinde (gündüzün kavurucu sıcaklığından sakınmak için) dört kenarlı ağı -ve onunla birlikte dipteki ağı- çekmeye başlarlar. Balıklar sulu dünyalarının daraldığını hemen hissederler. Amaçsızca durmadan dönerler; sonra panik üstün gelir ve artan bir hızla kapanan çemberin içinde çırpınırlar. Tuzağa düşen sadece ton balığı değildir; bazen dev bir vatoz balığı kara bir kabus gibi denizden sıçrayıp, etrafına sular saçarak tekrar sulara gömülür, köpekbalıkları da oradadır ve öbür küçük balıklar, farkında olmadan denizin krallarını izleyip ölüme koşmuştur. Ağın dibi su yüzeyine bir metre kadar yaklaşınca, “oda”yı destekleyen ana ipleri yakalarlar. Reisin işaretiyle mattanza başlar. The Journeying Moon kitabımda bu betimlenir: “Sıra sıra dizilen insanlar kısa bir süre öylece durur ve ardından -adeta hep birlikte- darbeyi indirirler. O parlak sabah vakti onları hala görebiliyorum: İnip kalkan kancalar; kanları akarken çırpınan iri balıklar ve balıkları mavnaların bordasına çeken ve kancayı döndürerek balıkları ambara boşaltan insanlar. Büyük ton balığı bir mavnanın bordasına çekildiğinde, adamlardan biri parmaklarını balığın gözlerine sokar – kör olunca daha az mücadele eder. Bazen, balığı ölmesi için ambara atarken parıldayan karnını nazikçe okşardı; bu hareketi tuhaf bir acıma hissini ifade etmekteydi.”
Akdeniz. Ernle Bradford. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Sayfa 34