Kağıt Kralı da denilen II. Felipe, tebasını huzura kabul ettiği haftalık rutinlerinde, üzerinde ne yazılı olduğunu kimsenin bilmediği bir sürü kağıtla otururmuş tahtında ve bu kağıt yığını hazır bulunanlar üzerinde büyük bir baskı oluştururmuş; çünkü kağıtlara baktıkça, kralın onların bilmediği şeyleri bildiğini düşünürlermiş.
Kağıt ve yazı tarih boyunca iktidarın hizmetinde olmuştur: Üretilmiş kutsal kitaplar, maaşlı tarih yazıcıları, bürokrasi. Bunların yanına sistemli bir faaliyet olarak sahte belge üretimini de ekleyebiliriz. 7. yüzyılda piyasaya sürülen “Konstantin’in Bağışı Mektubu”, bu sahte belgeler koleksiyonunun en nadide örneklerinden biridir.
Doğu Roma İmparatorluğu, İstanbul’u merkez tuttuğunda, Büyük Konstantin hala Roma İmparatorluğu’nun tek sahibiydi. Kilise o dönemde, 787’de son kez toplanan II. İznik Konsili’ne kadar iç çatışmalarla boğuşuyordu. Vatikan, Batı Roma’daki krallıklar ve prenslikler üzerinde güç sahibi olmaya çalışıyordu. Tam bu dönemeçte Doğu Roma İmparatoru Konstantin’in Papa Sylvester’a yazdığı bir mektup ortaya çıktı. “Konstantin Bağışı”olarak adlandırılan bu mektuba göre, İmparator, Papalığı Batı’daki en büyük otorite olarak tanıyordu.
Mektup derhal Hıristiyan “dogma”sı olarak kabul edildi ve karşı çıkanların aforoz edileceği açıkça belirtildi. 1140’da Arnolda De Brescia, belgenin “şeytan eliyle yazılmış” olduğunu dillendiren ilk kişi oldu. 1155’te asıldı, cesedi yakıldı ve külleri Tiber nehrine savruldu.
1506 yılından beri mektubun sahte olduğu kanıtlanmıştı. Vatikan durumu ancak 19. yüzyılın sonunda o da kerhen kabul etti ama asla resmi bir açıklama yapmaya yanaşmadı.