20 Mart 2016

Sabah 11 gibi bit pazarına vardım. Pazar günü için fazladan kurulmuş birkaç tezgah dışında hemen her şey dünkünün aynıydı. Fazla sürprize açık bir yer değil. Yine de epey dolaşmışım. Bir gibi buluştuk Sibel’le ve biraz da birlikte turlamaya başladık, bir tezgahta Alman KPM markalı porselen tabaklara takıldı. Tezgahın sahibi bir Türk’tü ve Azeri karısıyla birlikte, battaniyelere sarılıp sarmalanmış dipte, üstü kapalı bir bölümde oturuyorlardı. Bu arada yağmur bastırmıştı ve biz de onları yanına sığındık. Hem bir şeyler aldık hem de lafladık. Söylediğine göre ana dağıtıcı Yahudilermiş. Büyük kapalı müzayede hangarlarında toplu mal satışı yapıyorlarmış ve o da çoğu şeyi o büyük müzayedelerden alıyormuş. Eve döndük, aldıklarımızı bıraktık, bir şeyler atıştırdık ve yeniden merkeze döndük. Berlin’in ana gar binasının arka taraflarında Helmut Newton Vakfı tarafından yönetilen bir fotoğraf müzesi var, ona bakmaya gidiyorduk. 

Newton bir moda fotoğrafçısıymış ve gördüğümüz kadarıyla hayatını yüksek topuklara ve kaslı baldırlara vakfetmiş. Zaten zengin miydi, yoksa vakfı bu işlerden kazandığı paralarla mı kurdu, orasını bilemiyorum. 20. yüzyılın ikinci yarısında dünyanın kalburüstü dergilerinde işleri yayınlanmış bir fotoğrafçıdan söz ediyoruz. O dönemin ergen erkekleri için simge isimlerden biri olsa gerek. Ben atlamışım. 

Helmut Newton Müzesi

Girişte hazretin kendi fotoğrafları yer alıyordu, kullandığı makineler, sahra için özel tasarlanmış üstü açık bir araba filan. Onlara baktığınızda Helmut’un kendisinin de, ergenlikten öteye geçemediğini kolayca anlıyordunuz. Basın ve moda fotoğrafçılığında şaşırtıcı bir durum değildir bu, böyle çok insan var. Ama müzesi olanı ilk kez görüyordum. 

Birinci kat bütünüyle Helmut Newton’un çekimlerine ayrılmıştı. Olabildiğince hızlı göz atıp hayal kırıklığı içinde bir üst kata çıktık. İkinci katta “Fotoğraf Asla Tek Gelmez” başlığı altında bir sergi düzenlenmişti. Başlıkla fotoğraflar arasında bir bağ vardıysa bile, ben kuramadım. Yine de daha önce ismini duymadığımız sıra dışı bir-iki fotoğrafçıyla tanışmamızı sağladı: Ursula Schulz-Dornburg, Boris Michailov, Helga Paris gibi.  Aynı katın bir diğer bölümü ise, Hollywood ünlülerinin fotoğrafçısı olarak tanınan Greg Gorman’ın portrelerine ayrılmıştı ve Michael Jackson, David Bowie, Iggy Pop portreleri görülmeye değer işlerdi.

Ursula Schulz-Dornburg – Erivan’da otobüs durağı

Müzenin olduğu Jebensstrasse, müzeye gelip gidenlerin dışında pek kimseciklerini uğramadığı bir sokaktı ve belli ki evsizler burayı kendilerine yurt edinmişlerdi. Gelirken kaldırımın üzerine kurulmuş karton çadırlar, şilteler, boş bira şişeleri görmüştük ama ortada kimseler yoktu. Helmut Newton’un dünyasıyla bu dünya arasındaki uçurumun böyle dip dibe gelmesindeki hikmet üzerine konuşuyorduk ki, karşıdan bir evsiz kadın geldi. Çok hırpani, çok sarhoş görünüyordu ve böyle durumlarda bir yaş tahmini yapmak hiç kolay değildir. Ellinin üstünde olduğu kesindi. Sokağı çapraz geçerek üzerimize doğru geliyordu, ama bizi görüyor ya da varlığımızı zerrece umursuyor değildi. Pantolonunu sıyırmakla meşguldü. Önce beli açılmış herhalde onu toparlamaya çalışıyor diye düşündüm, ama tam yanımızdan geçerken göz ucuyla son gördüğümde donunu da indirmeye başlamıştı. Bağırsaklarını öyle bir gürültüyle boşalttı ki, sokakta egzoz patlaması gibi bir ses yankılandı ve bunu dereyi anımsatan uzun, gövdeli bir şırıltı takip etti. 

Jebenstrasse

Yürümeyi sürdürdük. Bakmak ayıptı ne de olsa. Bizim de şöyle böyle içinde devinmeyi sürdürdüğümüz dünya için geçerliydi bu ama. O, sebebi her ne olursa olsun, yaşamını sokakta sürdürmek zorunda kalanların dünyasına aitti. Eve giden yol boyunca düşündüm de kadın için, Helmut Newton Müzesi’nin duvarından daha doğru bir tuvalet neresi olabilir, bulamadım!

Yanıtla